Aynada gördüğüm insan nasıl biri?
Kırgın mı, yorgun mu, sürekli kızgın mı, utangaç mı, aşırı muhafazakâr mı, topluma sisteme uygun hareketler yapıyor, adım atabiliyor mu, sezgiler ne düzeyde, nezaket perdesi altında ki
ahlakı ne seviyede, fikirleri ne düzeyde, kararlarını nasıl veriyor, hayatından memnun mu, kendini rahatsız eden bir şey var mı, deruni düşünceleri nasıl, kendisine atalarından gelen fikirleri duyabiliyor mu?
Öteden beri hep merak duyduğum şeyler bunlar.
Şayet insan bir yerde sınırlanmışsa, haliyle kızgın olur sınırlayanlara. Ama olmamalı. Nasıl aşar, nasıl kurtarır kendini bu badireden. Yardım istemeli mi bilemiyorum. Algıladığım yegâne şey, duygularını kontrol etmesi. Kızgınlığını nefrete çevirmemeyi, muhakeme etmeyi, unutmamayı, öğrenmesi gerekir. Gün olur ki, intikam hissi ile yanan kin ve nefret duygusuyla ortalığı kırıp geçiren sayıp döken biri olmamalı.
Zira duygularının peşine düşerken kapıldığı öfke seli onu hiç tahmin etmediği bir bataklığa sürükleyebilir. O zaman kurtuluşu yoktur.
Kendi körlüğü nedeniyle içine sindiremediği şeyler için meydanlara çıkıp bağırmamalı, gücüne giden bir durum karşısında metaneti bırakmamalı. Çoğu insan bu dediklerime aldırış etmez.
Ama beyni ile yaşayan ise onun çöplüğe çevrilmesine izin vermez. Hatta diğer kalıntıları da yok etmeye, çaba gösterir. Arınma denen şey budur.
Siz siz olun beyninizi saf ve duru bir hale getirmeye gayret gösterin. Dışarıda kalmışlığın acısını çıkartmayın.
Yoksa ebediyen bütünlüğü yakalayamazsınız.
Bir takım insanları suçlayarak üstten bakanlar, fena çuvallar, bir anda kendilerini toplum dışında bulabilirler. Çünkü Allah böbürleneni sevmez. Unutmayın ki
ayeti kerime varlığın bir bütün olduğunu dillendirmiş ve “Kul huvallahu ehad, Allahus samed, lemyelid velem yuled” demiştir. O ehad olan Allah’tır, samed’dir, yani katışıksızdır, som’dur, doğmamış ve doğurmamıştır.
Bu açıklamaya istinaden bütün yaklaşımların duygusal ve beşeri yönden yapıldığını tümüyle hatalarla dolu olduğunu ifade edebiliriz.